ANunaKİler


Sümer, Akad, Asur ve Babil mitolojilerinin Tanrı grubu olan Anunakilerin popüler kültürdeki tasvirleri, bilimsel anlayıştan önemli ölçüde ayrıldığı için doğru bilgiye ulaşmakta zorlanıyoruz. Bu yüzden Antik Tanrıları anlamak için antik metinlere titiz bir şekilde yaklaşmalı ve modern yorumlara eleştirel bir gözle bakarak güvenilir bilgilere erişmeyi hedeflemeliyiz. Akad, Asur ve Babil uygarlıklarının Sümer Mitlerini alıp kendi uygarlıklarına entegre ettiklerini gözden kaçırmamalıyız. Sümer mitolojisinde; An ve Ki, evrenin yaratılışındaki merkezi figürlerdir. 

Gök Tanrısı AN'dır. Sümercede AN; gökyüzü demektir. Dolayısıyla cennet ile özdeşleştirilir. Tanrıların kralını simgeler bu yüzden bir taht üzerinde, boynuzlu bir taçla tasvir edilir. Soyut bir otoritesi vardır; göksel düzenin koruyucusudur. 

Yeryüzünün Tanrıçası; Kİ dir. Yeryüzü, toprak ve doğurganlıkla özdeşleştirilir. Sümerce'de Kİ; yer demektir.

An; eril enerjidir gökyüzünün sembolüdür, Ki ise; dişil enerjidir, yeryüzünün sembolüdür.

Doğru bilgiye ulaşmak için gerçek etimolojiyi anlamalı, bilimsel gerçeği kurgusal senaryolardan ayırmalıyız. Antik metinleri popüler yorumlar yerine yerleşik dilbilimsel bilime güvenerek çözümlemeliyiz. Ben bu yazıyı hazırlarken yapay zekadan yararlandım ve popüler kültürün ötesinde bütünsel bir bakış açısı sunduğu için açıkçası çok rahatladım😍

Sümerlerin NAMMU adını verdiği her şeyin potansiyelini barındıran sonsuzlukta, kadim derinlikte başlar her şey. Henüz ışığın ve zamanın olmadığı bu karanlık; EVRENİN RAHMİDİR, KOZMİK OKYANUS da diyebiliriz. Varoluşun temellerini barındıran bu rahim yaşamı var etme potansiyelini barındıran TANRIÇADIR. Zaman kilidi açıldığında bu potansiyel titreşmeye başlar ve Göğün Tanrısı AN ile Yerin Tanrıçası Kİ doğar. AN ve Kİ evrenin 2 kutbunu oluşturur. Ancak bu kutupluluk birbirine karşıt olmak, çatışmak için değil birbirini tamamlamak için var olur ve aralarındaki dengeyi kozmik bağ sağlar. Bilgeliğin simgesi olan AN ile besleyiciliğin sembolü olan Kİ bir araya gelir ve ENLİL doğar. Hava Tanrısı ENLİL ilahi düzenin koruyucusu olarak sistemde yerini alır ve evren nefes almaya başlar. Nefes bilinci doğurur yani su tanrısı ENKİ'yi. Suyun tanrısı bilgeliği taşır ve dünya şekillenmeye başlar. Yaşamın nefesi toprak ve suyu biraraya getirir ve insan doğar. ENLİL  düzenler, ENKİ sırları aktarır,  NİNHURSAG şekil verir ve insan yaratılır. Ninhursag yaradılışa biçim veren ANA TANRIÇADIR. NAMMU tüm evreni şekillendiren potansiyeldir. 

Bu anlatının kuşaktan kuşağa aktarılırken değişime uğradığını, şekil değiştirdiğini, çekişmeler, çatışmalar, savaşlar gibi insansı özelliklerin yüklendiğini, zamanla birlik bilincinin yok edildiğini ve Tanrı - Tanrıça gibi kavramlarla kişiselleştiridiğini, ayrıştırıldığını, çatışma, kıskançlık, çarpık ilişkiler gibi insani kavramlar yüklenerek özünden uzaklaştırıldığını düşünüyorum.

Anunnaki'nin tasvirleri farklı Mezopotamya kültürlerinde zamanla değişir. Ur Hanedanlığı dönemindeki yazıtlarda gök tanrısı An'ın soyundan gelenler vurgulanır. Anunnaki'nin en önemli işlevinin "insanlığın kaderini belirlemek" olduğu dile getirilir ki bu durum sonucu özgür irade prensibi yok sayılır ve insanlık kendi yarattığı tanrılara tapınmaya başlar.

İlahi bürokrasiyi yansıtan Anunakiler; kozmosu ve insanlığı etkileyen kararların alındığı Tanrılar meclisine dönüşür.

Metinlerde başlangıçtaki göksel ilişki zamanla dünyevi bir role bürünür. En önemli değişim ise Babil Dönemi'nde yaşanır ve Anunnakiler yeraltı dünyasıyla da ilişkilendirilirler. İnanna'nın Yeraltı Dünyasına İnişi gibi...

Gılgamış Destanı'nda Utnapiştim, Anunnakileri Yeraltı Dünyası'nın yedi yargıcı olarak tanımlar. İnanna'nın yeraltı dünyasına İnişi'nde de, "Yeraltı Dünyası'nın Yedi Anunnaki Yargıcı" İNANNA' yı yargılar ve ahiretteki bu yargısal rol daha sonraki mitolojik kimliklerin önemli bir yönü haline gelir.

Kaderleri belirleyen yedi tanrı; An, Enlil, Ea olarak bilinen Enki, Ninhursag, Sin olarak  bilinen Nanna, Şamaş olarak bilinen Utu ve İştar olarak bilinen İnannadır.

Baş tanrı Enlil, hava tanrısıdır ve cennet ile yeri ikiye ayırmıştır.

Bilgelik, zeka ve bilgi tanrısı Enki; insan varlıklarının yaratılmasıyla ve insanlara yazı, tarım gibi becerileri öğreterek medeniyetin kurulmasıyla tanınır.

Ki ile özdeştirilen Ana Tanrıça Ninhursag yer tanrıçasıdır ve insanlığın yaratılmasına yardım eder.

Nanna yani Sin Ay tanrısıdır.

Adalet hakemi Utu yani Şamaş Güneş tanrısıdır.

İnanna yani İştar Aşk ve savaş tanrıçasıdır.

Babil yaratılış destanı Enuma Eliş'te, Babil'in baş tanrısı Marduktur, yaklaşık 600 Anunnaki tanrısı üzerinde otoriteye sahip olan Marduk; Anunakilerin 300'ünü göklerde, 300'ünü ise yeryüzünde ikamet etmeye yönlendirmiştir.

Enuma Eliş Destanında Marduk'un tanrılar üzerinde egemenliğe yükselişi, Tiamat'ın bedeninden dünyayı yaratması ve Babil'i kendi şehri olarak kurması temaları öne çıkar. Anunnaki'nin dünyanın oluşumunda ve kozmik düzenin kurulmasındaki merkezi rolü vurgulanır. Bu destanda insanlık, Marduk'un evreni düzenlemesinin bir parçası olarak, Tiamat'ın yoldaşı Kingu'nun kanından yaratılmıştır.

Akad Destanı olan ve tufanla ilgili bilgi aktarımı yapan Atra-Hasisde ise insanlığın Enlil, Anu ve Enki tarafından yaratıldığı anlatır; Destanda, İgigi adı verilen genç tanrılar özellikle sulama kanalları kazma gibi zorlu tarım işleri nedeniyle isyan ederler. Bu durumu çözmek üzere "Lullu-adam" yani insanlık genç tanrıların yaptığı işleri yapmak üzere yaratılır. Atra Hasis destanına göre Doğum tanrıçası Nintu, öldürülen bir tanrının (We-ila) kalıntılarını, kil ve Igigi'nin tükürüğüyle birleştirerek insanı yaratır. Bu anlatı "antik uzaylı" anlatısıyla çeliştiği gibi insanların uzaylı bir tür için altın madenciliği yapmak amacıyla yaratıldığı iddiasıyla da çelişir. 

Mezopotamya mitolojisinin dinamik ve uyarlanabilir doğası, Anunnakileri zamanla göksel tanrılardan yeraltı yargıçlarına dönüştürmüştür.

 Antik Hititler ve Hurriler ise Anunnaki'yi kendi "eski tanrıları" ile özdeşleştirirler ve onları yeraltı dünyasına sürgün ederler ki bu durum Antik Mezopotamya dini düşüncesini değişmez bir anlatı olmaktan çıkararak evrimleşen bir sisteme dönüştürür. 

Anunnaki'nin inanç sistemlerindeki derinliğini ve ilişkisini anlamak için bu tarihsel ve kültürel evrimi anlamak büyük önem taşır.

Arkeolojik kanıtlar Anunnaki olarak tanımlanan tanrıların kendi kültüne sahip olduğunu gösterir. Farklı şehirlerde, şehirlerinin koruyucusu olarak belirli tanrılara adanmış tapınakları vardı. Bireysel kültün vurgulanması bütünleşmiş ve yerelleşmiş bir dini sistemi ortaya koyar. Toplu bir Anunnaki tapınmasının olmaması, Heykellerin tanrıların fiziksel tezahürleri olarak görülmesi, ilahi iradenin alametler aracılığıyla bilinebileceğine dair olan inançları, ritüelleşmiş insan-tanrı ilişkisinin tek bir varlık olarak tapınılan "uzaylı ırkı" fikriyle keskin bir tezat oluşturduğu düşünülmektedir. Bu, ilahilik Mezopotamya yaşamına uyumun sembolik doğasıdır.

Örneğin Enki'nin alanı Eridu'ydu. Merkezi olmayan bu tapınma şekli şehir devleti merkezlidir.

Tanrıların boynuzlu başlıklar takarak tasvir edilmeleri, altın ve gümüş süslemelerle işlenmiş giysiler giymeleri ilahiliğin sembolüdür ve güçlü bir aurayı gösterir.

Antik Mezopotamyalılar, tanrılarının yeryüzünü ziyaret ettikten sonra Cennet'te yaşadığına, tanrı heykelinin, tanrının fiziksel  tezahürü olduğuna inanırlardı. 

Bu arada Akademik çevrelerde, Zecharia Sitchin'in teorilerinin ezici bir çoğunlukla reddedildiğini belirtmek istiyorum. 

Sitchin Anunnakileri "cennetten gelenler" olarak çevirmiştir ki bu çeviri uzaylı teorisinin dayanağıdır. Oysa bilimsel çeviriler, Anunakileri  "prens soyu" veya "Anu'nun tohumu" olarak tanımlar. Sitchin'in iddialarının aksine, Sümer sanatında veya ikonografisinde Anunnaki'nin uzaylı tanrılar olarak tasvirinin olmadığı "Anu'nun (veya An'ın) gökte tasavvur edilmesinin ilahi kökenine atıfta bulunmak için olduğu belirtilir.

Ayrıca Sümer Edebiyatı Elektronik Metin Külliyatı'nın kapsamlı bir araştırması yapılmış ve altın arama ile ilgili bir bilgiye ulaşılamamıştır. Anunnaki'nin kendi DNA'larını Homo erectus ile çaprazlayarak insanları genetik olarak manipüle ettiği kavramı da yoktur. İnsan yaratılışını ayrıntılarıyla anlatan Atra-Hasis destanı, bu süreci öldürülen bir tanrının kalıntıları, kil ve ilahi tükürük olarak tanımlar. 

Çivi yazısı metinleri, güneş ve ay dahil olmak üzere yedi gezegenden bahseder ki Niburu diye bir gezegen yoktur.

Mezopotamya Mitolojisinde Anunnakiler; Yaratılış mitleri, kozmosun yönetimi ve yeraltı dünyası ile ilişkilidirler. Devler olarak değil, insanlık üzerinde güç kullanan ilahi varlıklar olarak tanımlanırlar.

Akademik anlayış doğrultusunda yeni metinler keşfedildikçe, çevrildikçe ve yeniden değerlendirildikçe yaşanan gelişmeler göz ardı edilmektedir. Bilgiyi sürekli tartışmak ve iyileştirmek yerine aynı bilgiler tekrar edilmektedir.

Yanlış bilginin yayılmasını önlemek için karşılaştığımız bilgi kaynaklarını eleştirel bir şekilde değerlendirmeliyiz.

Güvenilir akademik kaynaklara başvurmak ve ayırt edici özelliklerini anlayarak doğru bilgiye ulaşmak gerekir. Antik medeniyetler hakkındaki karmaşık bilgi ortamında gezinirken eleştirel olmaktan korkmayalım.

Firavun mumyalarının genetik yapısı üzerinde yapılan çalışmalar; genetik yapılarının modern insandan farklı olmadığını göstermiştir. Onlar da homo sapienstir yani uzaylı değiller ya da özel bir genetik yapıya sahip değiller.

2017 yılında yapılan çok kapsamlı tarama sonucu Antik Mısırlıların en çok yakın doğu yani Türkiye, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye ve avrupa popülasyonlarıyla genetik benzerlik gösterdiği tesbit edildi.

Sahra altı Afrika ile olan genetik benzerlikleri ise çok azdır ve günümüz modern Mısırında yaşayan halk Antik Mısırlılara göre daha fazla sahra altı Afrika kökene sahiptir. Bu farkın son 2000 yıl boyunca sahra altı Afrika ile olan kölelik ve ticaretin sonucu olduğu düşünülmektedir. sonuç olarak diyebiliriz ki; Antik Mısırlılar günümüz Mısır nüfusuyla farklılık gösterirler ancak bizimle daha uyumludurlar.

Ayrılık ilüzyonu bizi düşük titreşimde tutar. Ortak noktalarda buluşmayı ve bütünsel bir bakış açısıyla bakmayı öğrenmeliyiz ve bunu yaparken abartılı hikayelere değil bilimsel kanıtlara odaklanmalıyız. 

Günümüz İbrahimi dinlerin kökleri sümerlere uzanır.  

İnsani özellikler taşıyan tanrılar zamanla değişip gelişerek Tek Tanrı inancına dönüşür. Ancak diğer tanrılar melekler, şeytanlar, cinler olarak varlığını devam ettirir. Doğa kuvvetleri Tanrı olarak görülürdü. Dağlar, denizler, fırtınalar birer Tanrıydı. Şehrinlerin kralları vardı ve Sümer ülkesinin de bir kralı vardı. Halk şehir krallarına ulaşabilirdi ancak yüksek tanrılara sadece rahipler ulaşırdı. 

Tanrılar insanlara birşey söylemezdi ciğer falı benzeri fallarla iletişim kurulur ve rahipler yorumlarlardı. Bir konu hakkında görüye ihtiyacı olduklarında tapınak için kurban keserler, uyurlardı, rüyayı ertesi gün rahip yorumlardı. Yani rüya yoluyla haber veya vahiy alma geleneği Sümerlere dek uzanır. 

İnsanı kendi suretinde yaratan tanrı inancının kökleri de Sümerdedir. 

Gılgamesh destanında Gılgamış'ın dostu Enkidu topraktan yaratılır. "çamurdan yaratılan enkidu demir gibi sertti" sözleriyle ifade edilmiş.

Roma'da ise insan birden ortaya çıkar. Tohumu vardır Epimetheus canlıları yaratır ve korur. Toprak ve kili su ile karıştırıp tanrılara benzer figürler yapar.

Yunanlara Hitit ve Luvilerden geçer 4 kadın; 8 erkeğe, 4 tanrı; 4 meleğe, 12 tanrı; 12 burca dönüşür. Ancak 4 öncü burç varlığını sürdürür.

Başlangıçta hiçbir şey yoktu ama her şey vardı. Yani potansiyeller hazırdı ve bu potansiyelleri harekete geçirecek olan titreşime ihtiyaç vardı.  Kendimizi anlamak için oyun başladı.  Potansiyeli harekete geçiren bizim bakış açımızdır, yansımalar bakış açımıza göre şekillenir. Biz korkuya ya da ikiliğe kapılıp zihinle yol almaya başladığımızda ya da kendimizi sınırladığımızda titreşim düşer, yoğunluk artar ve devreye gölgeler girer. Her duygunun bir gölgesi vardır. Deneyimlerimiz sonucu yaşadığımız duygusal devinimler yoluyla gölgeleri yaratan da ışığa dönüştürecek olan da biziz.

Hayata doğru bir şekilde köklenebilmek; bolluk bereket kapımızı açar, ikiliği ve ayrıştırmayı anladığımızda; dengeleniriz, kendimizi doğru ifade ettiğimizde; daha duyarlı olur ve empati ile hareket edebiliriz, samimiyet ile ilerlediğimizde; bize akan ilahi sevgiyi idrak ederek yükseliriz. İlahi sisteme güvenmeli bizi altsınıf veya köle gibi göstermeye çalışan ayrılıkçı yayınları ayırt edebilmeli, özgücümüze sahip çıkmalıyız. Bilgelik bütünsel bir bakış sonucu kazandığımız; özdeğer, özsevgi ve özsaygıdır. Gücümüze sahip çıkalım ve birlik bilinci ile yol alalım. 

HAKİKATİ Mİ ARIYORSUN; Hakikat SENİN İÇİNDE, HAKİKAT SENSİN...

YouTube Kanalım


Har içinde biten gonca güle minnet eylemem

Arabi, Farisi bilmem, dile minnet eylemem

SIRATI MÜSTAKİM gözetirim RAHİMİ 

İblisin talim ettiği yola minnet eylemem.


Bir acaip derde düştüm herkes gider karına

Bugün buldum bugün yerim, HAK kerimdir yarına

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına

Rızkımı veren HÜDADIR kula minnet eylemem.


Ey Nesimi, can Nesimi OL GANİ MİHMAN iken

Yarın şefaatlarım AHMED-İ MUHTAR iken

Cümlenin rızkını veren OL GANİ SETTAR iken

Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem

               KUL NESİMİ

Yorumlar

  1. 🌲✴️🌲Hocam muazzam bir anlatım, suphelerinizde oldukça haklısınız, emeğinize yüreğinize sağlık. Kökenini Mısırdan alan ezoterik örgütler batıda oldukça fazla bunların etkisiyle tarih değiştiriliyor Z.sikkin gibiler maksatlı yayınlarla insanlar yanıltıliyor.Çözüm Altay koz. ve Türk mitolojisinde.Bunu bilmeyenlerin Sümer i ve dinleri anlaması zor.mesela;Tanrıça inanna kura(kaskal-kur) çile zindanında girip pisip, olgunlaşmak,nefsi terbiye ediyor,bu yesevi dergahinda,sumerde,piramitleri,zigguratlarda hatta Ordu da kurul dağında var,truvada konya vs de var,amac kamil insan

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katkınız için teşekkür ederim, bu alanda çok fazla bilgi kirliliği var. Kadim Türk tarih ve kültürünü anlamak çok önemli. Altay mitolojisinde Yer-Su ruhlarının hem iyilik yapması hem de kızdıklarında zarar vermesi, dağın, suyun, ocağın ruhu olması doğa ile olan derin bağlantılarını gösterirken Umay Ana, gökten indiğine inanılan demirci atası ve demirci kültü, yol gösterici kutsal ata Bozkurt, ağaç kültü, gök ve yeri birbirine bağlayan hayat ağacı, Alp figürü ve kamlar Altay mitolojisinin sadece yaratılışla sınırlı olmadığını, aynı zamanda doğa, insan ve evren arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamak için zengin bir kültürel çerçeve sunduğunu gösterir. Günümüzde bu semboller canlılığını koruyor ve tekamül ile ilgili ipuçları sunmaya devam ediyor. Bu arada Kurul annemin köyü... Annemin ailesi Batum Rusya'ya geçince kendi kimliklerini ve inançlarını korumak üzere Batum'dan Ordu Kurul'a göç etmiş. Biz çocukken Kurul Mağarası'nın çevresinde oyun oynardık🌻

      Sil
  2. 🍀🦋🍀Hocam annenizde hazar Türk imp. kökenli,benim ailemde hazar imp.kokenlidir.1200 li yıllarda hazar imp yıkıldığında halkın bir kısmı avrupaya(askenaz turk yahudiler),bir kismida anadoluya göç etmiş bizde toros dağ.yerlesmis karamanogluyuz.dagistandan çok önceleri gelmişiz sonrada devlet adanada zorunlu iskana tabi tutmuştur.malum Fransız,ve Ermeni çeteler için.Kurul lu olmanıza çok sevindim.Cunku dağlar özeldir 🌈🙏

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kadim Türk Tarihi ile ilgili bilgilerinizi paylaşmalısınız, beynimiz mucizevi bir organ; odaklandığı alandaki bilgiyi işlemeye başlıyor ve açılımlar sunuyor. Ben anlattıkça daha da derinleştim ve akıl ile gönlü birlemeyi başardığımda; sistem tarafından desteklendim, sevgiler🌻

      Sil
  3. 🍀🌅🍀Hocam bilgi birikim,kültür, sezgisellik, bütünsel anlatım,edebi yönünüz olağanüstü, kesinlikle üst düzey bir bilincsiniz.bizlere ışık olup,örnek oluyorsunuz.iyiki varsiniz🙏

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRK YILDIZI - SEKİZ KÖŞELİ YILDIZ

21 Mart ve Türklük Bilinci

İKİZ IŞINLAR