Tasavvufta Fenafillah Makamı
Fenâfillah makamı ölmeden önce ölmüş gibi yaşamak yokluk sırrına ermektir. Tasavvuf inancına göre, evrende Allah'ın varlığından başka gerçek varlık yoktur ve fenafillah Allah'ın varlığında yok olmaktır. Tüm varlığın Hakk olduğunu idrak etmektir. Sadece Allah vardır ve tüm varlıklar Allah'ı gösteren bir aynadır. Bir vahdet-i vücud kavramı olan fenafillah; kurtuluşa ermektir.
Fenafillah sırrına ereni Allah kendi zatı, sıfatları ve isimleriyle giydirerek Bekabillah sırrına ulaştırır. Bu sır "ilim ile diri olan ebeden ölmez" hadisiyle açıklanır. Burada yok olan kişi değil 'ben' diyen zihindir. Yani cehaletin yerini ilim, irfan ve marifetin almasıdır. İrfan ile donatılmış bir insanın Hakka bakan yüzü fenada, halka bakan yüzü bekadadır. Haktan aldığını halka sunar yani halk ve Hak arasında Berzah olur. "Benimle görür, benimle söyler, benimle tutar" hadisi Hak ile halk arasında iletişim sağlayan Kamil insanın sırrıdır. (Hilafet sırrı)
Bekabillah sırrına ulaşan; MİRAÇ=TEVHİD sırrına Arif olur.
Düşüncelerimiz yoluyla 'ben' dediğimiz bir varlık yapılandırır ve zihnimiz ile sürekli besleyerek büyütürüz. Zihnimiz ile yapılandırdığımız 'ben' dünyevi zevklere odaklıdır ve arzu doludur. Nefs ile nefes arasında gider geliriz. Nefes almadan yaşamanın mümkün olmadığını bilir yine de nefs odaklı yaşamaktan vazgeçemeyiz. Nefs doymak bilmez hep daha fazlasını ister ve bu istekler bizi nefs odaklı bir yaşamın kölesi haline getirir.
Kurtuluş 'ben' diyerek bize sınırlar çizen nefsimizin eğilimlerini görerek kontrolü ele almaktır. Hacı Bektaşi Veli ne güzel dile getirmiş:
"Marifet nefsi silmek değil, bilmektir."
Mesele nefsin dizginlerini ele alarak neşe, keyif, coşku içinde yaşayabilmektir. Muhammedi bilinç hem dünya hem ahiret için yaşayabilmektir. Güçlü bir irade ile dengede ve merkezimizde kalmayı başararak yaşamımızın kontrolünü elimize alabilmektir.
"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalış"
Bir adım geri çekilmek ve yaşamımıza dışarıdan bir yabancı gibi bakmak bizi kendimize getirir. Geri çekilmeli ve kendimizi gözlemlemeliyiz. Oyunun kahramanı kim? Biz kimiz? Nefs mi, nefes mi?
Bu dünyada bir yolcu olduğumuzu unutmadan yaşamak gerek. Doğa ve insanlar ile saygı ve sevgiye dayanan ilişkiler kurmak, kalp kırmadan, ah almadan, üzmeden, incitmeden, mala mülke tutunmadan, doğaya zarar vermeden yürüyebilmek gerek...
Ayla Aydemir' in çok sevdiğim bir şiiri var:
"Burası dünya!
Ne çok kıymetlendirdik
Oysa bir tarla idi
Ekip biçip gidecektik."
Oyunun içinde duygularımızın kölesi olur savrulur dururuz oysa sahnenin dışına çıkıp kendimizi gözlemlemeye başladığımızda oyuncu olmakla yetinmez oyunu yazıp yönetmeye başlarız.
Neşet Ertaş ne güzel dile getirmiş:
"Hak bildiğim yoldan ayrı gitmedim,
koğular getirip gıybet etmedim,
gönülleri kırıp can incitmedim,
bir garip sazımı çaldım giderim."
Noktayı Muhyiddin İbn'ül Arabi ile koyalım:
"Kamil kişi odur ki: nefeslerine dikkat ederek, adeta gönül hazinesine bekçi ola. Orada durup yabancı kimseyi içeri koymaya. Gönül hazinesi Hakk'ın kütüphanesidir. Oraya Hak'tan gayri fikirlerin girmesine yol vermeye."
🍀🌷🍀Hocam nekadar güzel anlattınız, yüreğinize sağlık, teşekkürler 🙏
YanıtlaSil🙏🤍
Sil